İngilizce - Türkçe özdeyişler
2:08:00 PM
İngilizce - Türkçe özdeyisler,
ingilizce güzel sözler,
ingilizce ozlu sozler
0
comments
ÜNLÜ SÖZLER / ÖZDEYİŞLER
BÖLÜM - 01

We are effectively destroying ourselves by violence masquerading as love. -- R. D. LAING
-- Jean de la BRUYERE

One is born into a herd of buffaloes and must be glad if one is not trampled under foot before one's time. -- Albert EINSTEIN
İnsan Yaşamı, Tarih ve Kaderimiz Üstüne...
-- Albert EINSTEIN


Goethe, "belki" sini de kaldırıyor: "Gezegenimiz evrenin tımarhanesi..."
İngilizce - Türkçe
Doç. Dr. Yalçın İzbul
Doç. Dr. Yalçın İzbul
BÖLÜM - 01

MEYDAN OKUYANLAR !!
THE CHALLENGERS !!
We define genius as the capacity for productive reaction against one's training. -- Bernard BERENSON
Dehayı, kişinin kendisine verilen eğitime karşı çıkan üretken başkaldırı gizilgücü (kapasitesi) olarak tanımlıyoruz...genius /CİN-yıs/ = 1. deha; 2. dahi... [He has a genius for choosing the right words... He is a genius...]
* * * * *
Brain: An apparatus with which we think that we think.
-- Ambrose BIERCE
Beyin: Kendisini kullanarak düşündüğümüzü düşündüğümüz bir organımız...
[= düşündüğümüzü sandığımız, düşündüğümüze inandığımız]
apparatus /Æ-pı-REY-tıs/ = cihaz, düzenek...
* * * * *
The truth that makes men free is for the most part the truth which men prefer not to hear. -- H. AGAR
İnsanları özgürleştiren gerçekler çoğunlukla insanların işitmek istemedikleri gerçeklerdir... for the most part = çoğunlukla, büyük bölümü ile...The Human kind cannot bear very much reality. -- T.S. ELIOT
İnsanoğlu gerçekliğin yüküne pek fazla tahammül gösteremiyor... Bu güzel söz, Türkçe'ye zor çeviriliyor. to bear = 1. taşımak, yükünü, ağırlığını çekmek, taşımak... 2. tahammül etmek, edebilmek...
Faith: Belief without evidence in what is told by one who speaks without knowledge of things without parallel. -- Ambrose BIERCE
İnanç: Örneğine hiç rastlamadığımız bir şeyin varlığına, bu konuda hiç bilgisi olmayan bir kimsenin anlattıklarına dayanarak kanıtsız inanmak...faith = inanç, inanma, itikat... without parallel = eşi benzeri bulunmayan...
You cannot make a man by standing a sheep on its hind legs. But by standing a flock of sheep in that position you can make a crowd of men. -- Max BEERBOHM
Bir koyunu arka ayakları üzerinde doğrultmakla insana dönüştüremezsiniz; ama bir koyun sürüsünü aynı konuma getirirseniz bir insan kalabalığından farkları kalmaz... hind legs = arka ayaklar ("behind" sözcüğünün kökü)... a flock of sheep = bir koyun sürüsü... "Sheep", biliyorsunuz, tekil ve çoğul formları aynı olan bir sözcük: One sheep, two sheep... Okunuşunu "gemi" anlamına gelen sözcükten kesinlikle ayırınız: sheep /Şİ/, ship /ŞİP/Birincisi uzun, ikincisi kısa...
War will never cease until babies begin to come into this world with larger cerebrums and smaller adrenal glands. -- H. L. MENCKEN
Bu dünyaya beyni daha büyük, böbreküstü bezleri ise daha küçük bebekler doğmadıkça, savaşlar hiç bitmeyecek... (Aslında Mencken, "war" sözcüğünü tekil kullanarak belli bir savaştan söz etmiş oluyor. Ancak ben çeviriyi çoğul yaparak, genelleştirdim.)to cease/Sİ:Z/= son vermek, kesmek, durdurmak; son bulmak, kesilmek, bitmek... örnek: ceasefire = ateşkes...
We are effectively destroying ourselves by violence masquerading as love. -- R. D. LAING
Sevgi kılığına girmiş şiddet yoluyla kendi kendimizi etkin biçimde yokediyoruz...to masquerade = kılığına girerek maskarasını çıkarmak...
Before we can ask such an optimistic question as "What is a personal relationship?", we have to ask if a personal relationship is possible. or, any persons possible in our present situation. -- R. D. LAING
"Kişisel ilişki nedir?" gibi iyimser bir soru sormadan önce, çağımızda kişisel bir ilişki, hatta acaba kişiler olanaklı mıdır diye sormak zorundayız...
Madness need not be all breakdown. It may also be breakthrough. It is potential liberation and renewal as well as enslavement and existential death. -- R. D. LAING
Delilik herzaman kişiliğin çökmesi olarak anlaşılmak zorunda değil. Bir büyük atılım olarak da düşünülebilir. Tutsaklık ve varoluşçu ölüm olduğu kadar, özgürleşme ve yeniden doğuşun da tohumlarını taşıyor olabilir...breakthrough = çığır açan büyük bir yenilik veya atılım... potential = gizilgücü olan, o gücü kendi içinde taşıyan... renewal = "to renew" (re-new) kavramından yenileme, yenilenme (burada "yeniden doğuş" olarak çevirdim)... slave = köle... to enslave = köleleştirmek...
Great minds discuss ideas; Average minds discuss events; Small minds discuss people. -- Anonymous
Büyük beyinler fikirleri... ortalama beyinler olayları... küçük beyinler ise kişileri tartışır...
Most people would sooner die than think; in fact, they do so. -- Bertrand RUSSELL
Çoğu insan düşünmektense ölmeyi yeğliyor; gerçekte de böyle oluyor zaten... [would sooner kalıbı "tercih" belirtir (= would rather); fakat tabiatıyla burada "daha önce" kavramına dayandırılan bir sözcük oyunu da var: daha düşünme aşamasına gelemeden ölüyorlar!]
ON LIFE AND REALITY
Hayat ve Gerçekler Üstüne
Life swings like a pendulum backward and forward between pain and boredom. -- Arthur SCHOPENHAUER
Hayat, acı çekmek ile can sıkıntısı arasında ileri geri sallanan bir sarkaç gibi... ["Sarkaç" imgesinden dolayı, ikisi arasında düzenli aralıklarla gidip gelen nüansı] pendulum/PEN-dılım/= sarkaç... pain = burada, fiziki olmayan anlamda, acı, ızdırap, elem... boredom = cansıkıntısı, sıkılmışlık, yapacak işi olmadan veya ne yapacağını bilmeden uflayıp puflayıp oturmak...
Whatever a man prays for, he prays for a miracle. Every prayer reduces itself to this: "Great God, grant that twice two be not four." -- Ivan TURGENEV
İnsanoğlunun duaları hep mucizeler içindir. Hertürlü dua aslında şuna indirgenebilir: Yüce Tanrım, lütfen iki kere ikinin dört etmemesini sağla...to pray = dua etmek... prayer = 1. dua... 2. dua eden kimse... (Dikkat ederseniz "duacı" demedim: Yani, "Sağlığınıza duacıyım" tümcesini "I am a prayer for...vb" şeklinde çeviremezsiniz. "I pray for...etc" demeniz gerekir... to grant = (burada) ihsan etmek, bahşetmek... (genel anlamı = "vermek, bağışlamak" anlam kategorisine girer. O nedenle, akademik hayatta "burs" anlamına gelirken, hukuk dilinde ise, "ferağ, terk, hibe" anlamlarını taşıyabiliyor. En güzel deyim ise: to take sth. for granted = olmuş bitmiş saymak, kesin gözüyle bakmak: "You can't take anything granted with her." ( = Hiçbirşeyden o kadar fazla emin olamazsın; bu hanımefendi seni çok şaşırtabilir...)
The shortness of life, so often lamented, may be the best thing about it. -- Arthur SCHOPENHAUER
Bunca sık şikayet edilen yaşamın kısalığı, belki de onun ençok şükretmemiz gereken yönüdür... (serbest çeviri)... to lament /lı-MENT/ = figan etmek, yas tutmak... We laugh at our lamentable condition... Güleriz ağlanacak halimize. (Ne var ki, İngilizce'de bu tümce, "Çok cesuruz, güler geçeriz", şeklinde de yorumlanabilir.)Life is a tragedy for those who feel, and a comedy for those who think.
-- Jean de la BRUYERE
Yaşam, hissedenler için bir trajedi, düşünenler için bir komedidir... Birçok değişik sözlemelerle karşımıza çıkan bir özdeyişin la Bruyere versiyonu...

CLOV: Do you believe in life to come?
HAMM: Mine was always that. -- Samuel BECKETT, Endgame.
the life to come = Asıl anlamı: "ölümden sonraki hayat". Burada kastedilen "gelecekte gerçekleşecek bir yaşam"... Mine was always that = Benimkisi zaten hep öyleydi...
= "Benimkisi zaten hep ilerde yaşanacak bir hayat olageldi!

The sun shone, having no alternative, on the nothing new. -- Samuel BECKETT, Murphy adlı romanının ilk cümlesi
Güneş, başka seçeneği olmadığı için, bilidiğimiz eski şeylerin üzerinde pırıldıyordu.Ünlü "There's nothing new under the sun," deyişi ile birlikte irdeleyiniz...
War is like love; it always finds a way. -- Bertolt BRECHT
Savaş da aşk gibi mutlaka bir yolunu buluyor.The most costly of all follies is to believe passionately in the palpably not true. It is the chief occupation of mankind. -- H.L. MENCKEN
folly = "hata" ve "budalalık" kavramlarına biraz da "zevkü safa peşinde koşarken gençlik ve deneyimsizlikten başa gelen şey" kavramını da ekleyin, işte öyle bir anlam... palpable /PÆL-pıbl/= elle tutulur gözle görülür, somut; ama, illa ki fiziki bir nesne olması gerekmiyor; mecazi olarak, "varlığı belirgin" anlamında... Tıptaki "palpe etmek" (Türkçe) sözcüğü "to palpate" ten geliyor = (el ve parmaklarla) dokunarak muayene... "palpitasyon" sözcüğünün İng. kökü olan "to palpitate" ise (kalp için kullanılan, "hızlı atmak") tümüyle farklı bir sözcük...
One is born into a herd of buffaloes and must be glad if one is not trampled under foot before one's time. -- Albert EINSTEIN
a herd of buffaloes = bir bufalo sürüsü... to be/get trampled under foot = ayaklar altında ezilmek... before one's time = ecelinden önce... ("ecelinden önce" deyimi çok mantıksız, ama çok da anlamlı -- zaten bu "hem mantıksız hem anlamlı" sözler söyleyip anlayabilme ayrıcalığımız olmasa, bu işleri çoktan bilgisayarlara devrederdik!)
People who try to do something and fail are infinitely better than those who try to do nothing and succeed… -- Llyod JONES
Hiçbirşey yapmamakta başarılı olmaktansa, birşeyler yapmağa çalışıp da başarısız olmak çok daha iyi... infinitely = sonsuz derecede, kesinlikle...ON HUMAN LIFE, HISTORY, AND DESTINY
İnsan Yaşamı, Tarih ve Kaderimiz Üstüne...
The young man who has not wept is a savage, and the old man who will not laugh is a fool. -- George SANTAYA
Bugüne değin hiç ağlamamış genç adam bir barbar, onun ağladıklarına gülmeyecek yaşlı bir adam ise budaladır...
savage/SÆ-vic/= 1. (ad) vahşette yaşayan, barbar, uygarlaşmamış; 2. (sıfat) vahşi, saldırgan... savagery/SÆ-vicri/[düm-teke: üç hece] = vahşet, barbarlık... Karşıt anlamlılar: civilized, civilization... AMA, tıpkı uygarlığın karanlık yüzleri de olduğu gibi, "savage" dünyanın da el değmemiş, masum yönleri vardır: "the noble savage" = "soylu vahşi" kavramı ile örneklendiği üzere...
A little inaccuracy sometimes saves tons of explanation. -- "SAKI" (H.H. Munro)
Gerçeği azıcık saptırıvermek, insanı binlerce ton açıklamadan kurtarır... accurate, accuracy, inaccurate, inaccuracy... /ÆK-yurit/, /ÆK-yurisi/, /i-NÆK-yurit/, /i-NÆK-yurisi/... "to save" fiili burada "gereksiz kılar, tonlarca açıklamadan kurtarır", anlamında kullanılıyor. Tıpkı, "A stitch in time saves nine" atasözünde olduğu gibi = yırtık büyümeden, zamanında bir ilmek atarsanız, ilerde atmak zorunda kalacağınız dokuz ilmekten kurtulmuş olursunuz...I know why there are so many people who love chopping wood. In this activity one immediately sees the results.
-- Albert EINSTEIN

Neden bunca kişinin odun kırmaktan büyük zevk aldığını biliyorum. Bu aktivitede sonuçları hemen anında alabilirsiniz... to chop wood = odun kırmak, balta ile parçalara ayırmak... Manço'nun "Nick the Chopper"ını anımsayın...
Every form of addiction is bad, no matter whether the narcotic be alcohol or morphine or idealism. -- Carl G. JUNG
Hertürlü bağımlılık kötüdür: Uyuşturucunuz ister alkol, ister morfin, isterse de idealizm olsun... addiction/æ-DİK-şın/= uyuşturucu vb. bağımlılığı... to be addicted to sth. = birşeye bağımlı olmak... He is an addict. = Uyuşturucu bağımlısıdır... addictive = bağımlılık yapan...
"Dying for an idea" sounds well enough, but why not let the idea die instead of you? -- Percy Wyndham LEWIS
Walla, "bir fikir uğruna ölmek" kulağa çok hoş geliyor ama, bıraksanız da sizin yerinize fikir ölüverse...
I would rather be an opportunist and float than go to the bottom with my principles round my neck. -- Earl Stanley BALDWIN
İlkelerim boğazıma dolanmış dibe batmaktansa, oportünist olup suyun üstünde kalmayı yeğlerim... to float/FLO:T/= suyun üstünde kalmak, batmamak. "swim" eyleminde ise kendi çabanızla "suda yol almak" kavramı var...
"In the long run the pessimist may be proved right, but the optimist has a better time on the trip." -- DANIEL L. REARDON
in the long run = sonunda, uzun vadede, pekçok iniş çıkıştan sonra... to be proved right = haklılığı ve doğruyu düşünüp dile getirdiği kanıtlanmak... has a better time on the trip = yolculuk boyunca daha iyi, daha hoşça vakit geçirir...
The one real object of education is to leave a man in a condition of continually asking questions. -- Bishop CREIGHTON
Eğitimin gerçek tek amacı, insanı sürekli sorular sorar bir durumda tutmaktır...Ve, bunları söyleyen kişi bir din adamı, bir piskopos!... İşte, "kaşaneleri" ile Batı Dünyası ve "viraneleri" ile Doğu Dünyası arasındaki farkın gerçek nedeni...
ON INHUMANE REALITIES OF HUMAN LIFE
İnsan Yaşamının İnsanlık Dışı Gerçekleri Üstüne
humane/hyu-MEYN/= insancıl... inhumane (veya, inhuman) = insanlık dışı, insana yakışmaz, canavarca...
The surest sign that intelligent life exists elsewhere in the universe is that it has never tried to contact us. -- Bill WATTERSON
Dünya dışı zeki yaratıkların varlığı, bizimle temas kurmaktan kaçınmalarından kesin besbelli... (serbest çeviri) ... surest = en emin, en kesin...
* * * * *

The devil is an optimist if he thinks he can make people meaner.
-- Karl KRAUSE
-- Karl KRAUSE

Eğer Şeytan, insanları daha sevgisizleştirebileceğini düşünüyorsa,
çok iyimser düşünüyor...
mean = 1. Sevgisiz... 2. Kötü yürekli, adi, aşağı, bayağı, alçak... 3. Cimri, pinti...
çok iyimser düşünüyor...
mean = 1. Sevgisiz... 2. Kötü yürekli, adi, aşağı, bayağı, alçak... 3. Cimri, pinti...
* * * * *
You give but little when you give of your possessions. It is when you give of yourself that you truly give.-- Kahlil GIBRAN (Halil Cibran)
give but little = çok az şey verirsin... possessions = sahip olunan şeyler, zenginlikler, eşyalar, mülk, vb... give of yourself = kendinden birşeyler vermek...
He who joyfully marches to music in rank and file has already earned my contempt. He has been given a large brain by mistake, since for him the spinal cord would suffice. -- Albert EINSTEIN
He who... = Her kim ki... march in rank and file = sıra ve saf tutarak yürümek (Einstein burada nazi ve faşistleri kastediyor)... contempt = aşağılama, hakir görme, iğrentiyle bakma... to suffice /sı-FAYS/= yeterli olmak ("sufficient" sözcüğünün kökü)... "Bu adamlara beyin yanlışlıkla verilmiş; omurga yeterli olurdu..."
God does not have the monopoly on omnipresence: this is a privilege enjoyed by Injustice as well. -- Christopher SPRANGER
Heryerde hazır ve nâzır olmak Tanrının tekelinde değil; Adaletsizlik de bu ayrıcalığa sahip...
monopoly/mı-N@-pıli/= tekel... omnipresence = Tanrı'nın heryerde bulunma özelliği... privilege/pri-vilic/= ayrıcalık, imtiyaz... to enjoy = 1. Hoşça vakit geçirmek, eğlenmek; 2. (Bu anlamına dikkat; Burada olduğu gibi) SAHİP OLMAK, NİMETLERİNDEN YARARLANMAK...injustice /in-cas-tis/ = adaletsizlik...
* * * * *Maybe this world is another planet's hell. -- Aldous HUXLEY
"Belki de bu Dünya başka bir gezegenin cehennemidir..."
* * * * *Our planet is the mental institution for the universe. -- Johann Wolfgang Von GOETHE
Goethe, "belki" sini de kaldırıyor: "Gezegenimiz evrenin tımarhanesi..."
* * * * *
You fall out of your mother's womb, you crawl across open country under fire, and drop into your grave. -- Quentin CRISP
"Ana rahminden dışarı yuvarlanırsınız; açık arazide ateş altında sürünürsünüz; mezarınızın içine düşersiniz..." İnsan yaşamı, savaş imgeleri ile açıklanıyor...
Life is a gamble at terrible odds -- if it were a bet, you wouldn't take it. -- Tom STOPPARD (Rosencrantz and Guildenstern Are Dead)
odds = kumarda bahislerin kaça kaç verdiği... at terrible odds = şansınız yok denecek kadar az... "if it were a bet, you wouldn't take it" = Eğer bu bir bahis olsa, girmezdiniz (girmek akıllılık olmaz, ben girmem, anlamına)...Life is like a B-Grade movie. You don't want to leave in the middle, but you don't want to see it again. -- Ted TURNER
Niteliksiz bir filim gibi... Yarısında çıkmak istemezsiniz, ama bu filmi bir daha görmek de istemezsiniz.
The best bridge between despair and hope is a good night's sleep. -- E. JOSEPH COSSMAN
despair = çaresizlik... a feeling of despair came over him; he was filled with despair; gave up the attempt in despair; drive smb. to despair... to despair of smth: Even her doctors despaired of saving her life...
I love mankind; it's people I can't stand. -- Charles SCHULTZ (Peanuts'ın birkaç yıl önce kaybettiğimiz yaratıcısı)
Bütün insanlığı çok seviyorum da,
insanlara katlanamıyorum...
insanlara katlanamıyorum...

(0) Yorum
Post a Comment